Leicester City’nin ismini, bu sezon Premier Lig’de
gerçekleştirdiği peri masalı hikayesinden önce kaç kişi biliyordu? Ülkemiz için
konuşmak gerekirse 1996-2004 yılları arasında ‘Tilkiler’de forma giymiş olan
Mustafa İzzet ismini bilenler yada anımsayanlar için Leicester City’ye duyulan
sempatinin temelleri çok daha önceden atılmıştı. Üstelik ‘Muzzy’, Leicester’ın
dünya kupalarında forma giymiş birkaç oyuncusundan da biriydi.
2010’da Taylandlı King Power grubunun takımı sadece 40 milyon
euro’ya satın almasının ardından başkanlığa oturan Vichai Srivaddhanaprabha,
yaz aylarında Claudio Ranieri’yle yaptığı görüşmede hedefi ligde kalmak olarak
belirlemişti. Amaç 40 puan toplamaktı.
Fiorentina ile Serie B’de yaşadığı şampiyonluk dışında
kariyerinde kupası olmayan Ranieri, Atletico Madrid, Juventus ve Chelsea’de hep
başarısızlıkla özdeşleşti. Yunanistan milli takımıyla da dibi gördü.
Sezon başında pek çok kişi Ranieri’nin, Leicester’la ligde
kalmasına imkan vermiyordu. Buna Ranieri’nin kendisi de inanmıyor olacak ki,
sezon başındaki bir programda Gary Lineker’in, “En az azından Avrupa kupalarına
katılmayı hedefler misiniz?" sorusuna gülerek yanıt vermişti.
Ancak İtalyan teknik adam takımla çok iyi bir uyum yakaladı.
Ranieri’nin takımı odaklama ve takım üzerindeki gerilimi azaltma konusundaki
becerileri, Leicester City’de adeta zirve yaptı.
Ligin ilk 6 haftasında alınan 3 galibiyet, 3 beraberlikle ve
2-0’dan geri dönülere 3-2 kazanılan Aston Villa maçıyla bir şeylerin tohumu
atılıyordu. Arsenal’e karşı iç sahada alınan 5-2’lik mağlubiyetin ardından,
Tilkiler 10 maçlık bir yenilmezlik serisi yakaladı. FA Cup ve Lig Kupası’na da
erken havlu atan takımın fikstürü de rakiplerine oranla bir hayli boşaldı ve
Leicester rakiplerine oranla rahat bir fikstürle lige odaklandı.
Takım göze hoş gelen bir futbol oynamasa da, futbolun
doğrularını yapıyordu. Claduio Ranieri de sürekli olarak “Kümede kalmayı
başardık, olabildiğince üst sıralarda kalmak istiyoruz” diyerek takımın üzerinde
oluşacak baskıyı azaltmaya çalışıyordu. Ancak her kazanılan maçın ardından
takımın özgüveni artarken, korkuları da o derecede azalıyordu.
Takımdaki rolleri çok iyi belirleyen İtalyan teknik adam, defans
tandeminde duruşlarıyla dahi rakibe korku salacak Morgan-Huth, savunmanın önüne
hem kesici hem de ileriye top taşıyıcı özelliğiyle ön plana çıkan Drinkwater,
onun yanına formasının altında şarj aleti olduğunu düşündüğü ve hiç durmadan
koşan Kante, sağ kanada Fransa 2.ligi takımlarından Le Havre’dan 400 bin
sterline transfer edilen ve İngiltere’de “Yılın Oyuncusu” seçilen Riyad Mahrez,
forvete de birkaç sezon önce amatör liglerde oynayan ve darp gerekçesiyle hüküm
giymiş olan Jamie Vardy’yi koydu. Takımın kalesini ise, kalecilik melekeleri
üzerine dünyanın en eşsiz genleriyle dünyaya gelen Peter Schmeichel'in oğlu
olan Kasper’e emanetti. 2011’de Leeds United tarafından Leicester’e yollanan
Kasper, o zamanlar büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını belirtse de muhtemelen
şu anda Ranieri’nin meşhur pizza partisinde şampiyonluğu delice kutlayanların
başında geliyordur.
Bizim kültürümüzde fazlasıyla yer alan “ezilenin yanında”
olma güdüsüyle Leicester’ın Premier Lig’deki bu destansı yürüyüşüne hep küçük
takımların büyüklere kafa tutması olarak gördük. Arsenal’in sezon içerisindeki
mental düşüşü, Chelsea’nin dibe batışı, Liverpool’un yaşadığı değişiklik ve
Manchester şehrindeki sorunlar Leicester’ın önünü açan faktörlerden oldu. Ancak
ne olursa olsun, kariyerleri boyunca hep gözden gelinmiş, hatta kaptan Wes
Morgan gibi bir süre başka işlerle uğraşmış oyuncuların oluşturduğu Leicester’ın
başardığı, endüstriyel futbola atılmış büyük bir çalım, ne çalımı unutulmayacak
bir goldür!
Leicester City’nin mücadelesinin, oyuncuların hayat
hikayesinin ve tabii ki Claudio Ranieri’nin birleştiği bir ortak nokta var; pes
etmemek. Kariyerleri boyunca vasatı aşamamış oyuncu topluluğu ve en sonunda
kupa kazanmayı başararak, insanların gözündeki “loser” imajını yıkan Ranieri,
hayatta nefes aldıkça her şeyin değişebileceğini, mücadeleyi hiçbir zaman
bırakmamak gerektiğini gösterdi ve umudunu kaybedenler için epik bir rol model
oldu. Artık Ranieri'nin fotoğrafı bir kahraman olarak Leicester şehrinin duvarlarında.
Yazıma, Ranieri’nin, Players Tribune’da yayınlanan yazısından,
pek çok kişi için ilham verebileceğini düşündüğüm şu sözlerle nokta koymak
istiyorum:
“Küçük ölçekli bir takım olarak dünyaya takım ruhu ve
kararlılıkla nelerin başarılabileceğini gösteriyoruz. 26 oyuncu, 26 farklı
beyin. Tek yürek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder